• HACCA GİDİŞİ


    HACCA GİDİŞİ

            İki defa otobüsle hacca gittiler. O Beytullah’a giderken, o Rasulullah’a doğru yola çıkarken, herkes sevinirken, onun yüzünde hüzün, gönlünde mahsuniyet vardı. ‘’Ben Rasulullah’ın huzuruna nasıl çıkayım, bir hediyem yok ki götüreyim’’ diyordu. Hazreti Ebu Bekir’e, Ömer, Osman, Ali’ye, Bilal-i Habeşi’lere Rıdvanullahi Aleyhim Ecmain

    hazaratına ne yüzle varayım. Uhutta şehit düşen peygamberin amcası hazreti Hamzalar sorarsa göğsünü Rasulullah’a siper eden Musab Bin Ümeyirler sorarsa onlar, ‘’bak biz Allah yolunda şehit düştük. Rasulullah’ın yanında sancak taşıdık. Sancak yere düşmesin diye kollarımı kestiler. Bu dava uğruna Uhutta kanım toprağa düştü. Rasulullah’ın kanatları altında ruhumu Allah’a teslim ettim. Peki, sen nasıl geldin? İslam için ne yaptın? İman için ne yaptın? Hazreti Kuran için ne emek harcadın? Bıraktığım sancağı taşıdın mı? Bu dava için acı çektin mi? İnsanlık kurtarsın diye seherlerde gözyaşı döktün mü? Diye soracaklar, ne cevap vereceğim? Diye düşündüğümde onun için üzgün ve mahsun gidiyorum dost diyarına’’ diyordu.

             Efendi hazretleriyle beraber hacca giden iki ihvanı vardı. İKİ HALİTLER, ikisinin de derdi aynıydı. Yani bunların erkek çocukları olmuyordu. Onun için üzülüyorlardı. Kafile Mekke-i Mükerreme’ye varmıştı. Beytullah’ı tavaf ettiler. Tavaf bittikten sonra Efendi Hazretleri Altın Oluğun karşısına geldiler. Tavaf namazını orada kıldılar. İki Halitler de gelip Efendi hazretlerinin yanına oturdular. Boyunlarını büktüler. Bu an burası tam bir fırsattır. ‘’Efendi Hazretleri bir dua etse de muradımız hâsıl olsa’’ diye düşünürlerken

    Efendi Hazretleri Halitlere baktı, ellerini Âlemlerin Rabbi’ne açtı. ‘’Yarabbi bu kulların senden bir erkek evladı istiyorlar. Hazinen dolu, ikramın, ihsanın boldur. Şu mübarek beytinde yapılan duaları geri çevirmem diyorsun. Şu boyunu bükük kulların muradını ver Yarabbi. Ellerimizi huzurundan boş çevirme Allah’ım. Halimizi sana arz ediyoruz. Dualarımızı kabul ettiğin dualara ilhak eyle Yarabbi. Âmin dedi. Kardeşlerim dilekçemiz yerine ulaşır. Siz de karşılığını görürsünüz inşallah’’ dedi. Elhamdülillah Allah onun duasını kabul etti. Hacdan döndükten sonra her iki Halitlerinde muratları hâsıl oldu. Altıntopu gibi iki evlatları dünyaya geldi. Bu müjde ve sevinç karşısında Halit kardeşimiz de bir deve alıp keserek Efendi Hazretlerine getirdiler.
             Kafile Mekke-i Mükerreme’den ayrılıp Medine-i Münevvere’ye varmıştı. Herkes Mescid-i Nebevi’ye gidiyor, Ravza-i Mutahhara’ya koşuyordu. Efendi hazretleri onların arasında yoktu. Günler gelip geçiyordu. Efendi hazretleri vakit namazlarını otele yakın bir camide kılıyordu. Vakit gece idi. Efendi hazretleri yatağından fırlayarak ‘’Haydi kardeşlerim Ravza-i Mutahhara’ya, Server-i Asfiya’ya, Hatemü’l Embiya’ya, şefaat kanımıza Sallallahu Aleyhi ve Selem Efendimize gidiyoruz’’ diyerek koşarak geldiler. Babus selam kapısından içeriye girdiler yavaş adımlarla yürüyordu, boynu büküktü, gözleri yaşla doluydu, bu anı çok beklemişti. Hasretiyle yandığı sevgililer sevgilisinin huzuruna varmıştı.
    -Kendi dilinden;

    *Gönül senden olmaz ırak.

    *Aşkın ile oldum Burak

    *İşim gücüm zarı firak

    *Gönlümdesin ya Muhammed

    *Kalbimdesin ya Muhammed

    *Ravza’na süreyim yüzüm

    *Aşkın ile yanar özüm

    *Cemalini arzular gözüm

    *Gönlümdesin ya Muhammed
    *Kalbimdesin ya Muhammed

     

    *Bünyamin’em Ravza’ndayım

    *Senin derdin sevdandayım

    *Arı gibi kovandayım

    *Gönlümdesin ya Muhammed
    *Kalbimdesin ya Muhammed

    Diyerek Ravza-i Pakine yüz sürüyordu. Cemaatten kardeşler sorarlar. Efendim niye şimdiye kadar beklediniz? Buyurdular ki kardeşlerim davetsiz geldiğim için huzuru pakine gelmeye hayâ ediyordum. Bu gece rüyamda Resulullah (S.A.V)’ı gördüm. Âlemlerin sultanı ‘’Kardeşim niye öyle uzaklarda duruyorsun, uzak durma gel’’ diye buyurdular. Bende öyle geldim derken Rasulullah (S.A.V) Efendimizin nasıl ziyaret edileceğini bize de öğretmiş oluyordu.
         Herkesin dertlerine ortak olur, yardımına koşar, üzüntülerini paylaşırdı. Bakkaldan veresiye alışveriş yapan bir ihvanı vardı. Maddi imkânları yok denecek kadar azdı. Beyi çalışmıyordu. Akşama kadar kahve köşelerinde ömür tüketiyordu. Adamın borcu birikmişti. Bakkal bir kaç defa haber gönderdi ‘’borcunuzu ödeyin’’ diye. Borcu ödemeye gelen yoktu, zaten ödeyecek durumları da yoktu. Hanımı ekmek almak için bakkala geldiğinde bakkal ‘’borcunuzu ödemeden bundan sonra ekmek alamazsın’’ diyordu. Ağlayarak efendi hazretlerine gelir. ‘’Efendim bakkal ekmek vermedi. Çocuklar ekmek bekliyor, ben şimdi ne yapayım? Deyince efendi hazretleri ‘’üzülme evladım Allah büyüktür, elbet bir kapı açar’’ diyordu Efendi Hazretleri onun ağlamasına dayanamayıp kendi imkânı olmadığı halde bakkala gidiyor, selam veriyor, kardeşim veli beyin kaç lira borcu varsa çıkar, ben vereceğim. Bu borcu defterden sil diyor ve borcu kapatıp geliyordu.

            Efendi Hazretleri kalabalık bir  cemaatle Çavuşbaşı’ndaki ormana sahra sohbetine çıkmışlardı. Bazı cemaatlerden misafir olarak  gelenlerde vardı. Bunlar içerisinde Ispartalı İsmail Efendiler, Mustafa Efendiler, Kelkitli Ali Efendiler ve âşık Salim Baba gibilerde orda bulunuyordu.

           Efendi Hazretleri minderini alıp yere oturdular. Cemaatin de oturması için minderler getirdiler, yerlere kilimler serdiler. O anda hava birden değişmişti. Güneş gitmiş ve etrafı bulutlar kapatmıştı. Sanki yağmur geliyorum der gibi taneler düşmeye başlamıştı. Bu durumda tabii kimse oturmak istemiyordu. Efendi Hazretleri cemaate bakarak ‘’Buyurun oturun bakalım kardeşlerim’’ dedi. Bugün biz onun sahrasına geldik. Burada ki ağaçlarla yapraklarla dallarla Allahü Teâlâ’yı zikir etmek için gelmişiz. Kardeşim gönlünüzü ferah tutun. ‘’İnşallah  Mevla bugün bize izin verecek’’ dedi. Başını gökyüzüne çevirip  bulutlara doğru bakıyordu. Tekrar  başını önüne eğip  huzur âlemine dalıyor ve Allahü telaya gönülden iltica ederek söylemeye  başlıyordu.

          

            *Yazarız arzuhal  Kadir Kayyuma

            *Her türlü halimiz ona maluma

            *Müsaade ederim derse kuluna         

            *Bugün bize müsaadeyi verecek

            *Mevla’m verecek mağbud verecek

     

            *Eğer âşık isek Gani Mevla’ya

            *Merhemi bulunur derde yaraya

            *Sokma Cehaleti bugün araya

            *Mevla’m bugün bize izin verecek

            *Sahra için bize izin verecek

     

         

           *Bugün rahmet gönüllere yağacak

           *Dervişin gönlüne ilham doğacak.

           *Bu çamlarda bizden  nasibini  alacak.

           *Mevla bugün bize sahra için izin verecek

           *İnşallah verecek.

      

           *Aldık gönlümüze Hak Muhammedi

           *Bağladık gönlümüze füyuzat bendi.

           *Pirlerin sırrında bu aşkın fendi

           *Bugün dervişlere sahra var dendi.

           *İnşallah bize izin verecek.

           *Sahra için bize izin verecek

     

           *Açıldı bulutlar doğuyor güneş

           *Baktım şad oluyor hem ihvan kardeş

           *Allah’ın kudreti ilham ile oluyor bu iş

           *İnşallah bugün bize müsaade edecek

           *Mevla’m verecek, Mağbud verecek

                                                          

            *Bünyamin’em üstadıma arzum var

            *Gönülde yazılmış levha yazım var.

            *Dergâha sürülmüş kara yüzüm var.

            *İnşallah sahra için bize izin verecek

            *Mevla’m verecek, Mağbud verecek.

     

    Deyince birden baktık ki bulutlar dağılıp gitmiş, güneş tüm güzelliği ile üzerimize süzülüyordu. Herkesin üzerine bir sekine inmişti. Gönüllerde bir coşku  ve sevinç meydana geldi. İlahiler söylendi, hikmet sözleri konuşuldu, mana kapıları açıldı. Gönüllere feyiz ve rahmet saçıldı. Kimsenin unutamadığı bir sahra sohbeti olmuştu. İkindi namazı kılındı, Hatmi Şerif okundu. Herkes arabasına bindi gidiyordu. Bir anda bulutlar her yanı kaplamıştı. Şiddetli olarak yağmur yağmaya başladı. Efendi Hazretleri buyurdular ki ‘’Kardeşlerim Mevla müsaade etti. Sahramızı yaptık. Hatmi şerifimizi okuduk. Arabalarımıza bindik. Kardeşlerim mülk onundur. Tasarruf onun elindedir. Artık şimdi yağmurun yağma zamanıdır’’ derken bu halleri de bizlere yaşatmış oluyordu.

    *İşte böyle Hak ile dost olanlar

    *İşte böyle Naz EHLİ KUL olanlar.

       

               O üstadın gönlü aşk muhabbet deryasıydı ‘’kardeşlerim nasibimiz ezelidir, ezeldendir. Ve yine kardeşlerim herkese bir pay düştü, bize de âşıklık, ariflik, ehlihal olmak ezelden aldığımız nasibimizdir’’ derdi. Onda aşk tecelli etmiştir. Onun gönlü feyiz doluydu. Gittiği yerlerde Allah’ın muhabbeti tecelli ederdi. Nasıl ki bulutlar sinesinde yağmur taşıdığı gibi oda sinesinde ilham taşıyordu. İlham ile konuşuyor ilham ile söylüyordu. Elimizde kitap haline gelmiş İRTİCALEN-yani gönüle gelen tecelliyat ile söylediği BİR GÖNÜLDEN BİR GÖNÜLE adlı üç cilt halinde yaklaşık 500 tane ebyatı bulunmaktadır. İnsanları önce sohbetle irşat etmeye çalışır. Anlamazlarsa onların hallerini beyitler ile dile getirerek onları manevi bir âleme doğru alıp götürürdü.

     

    ‘’Âlimler satırdan, arifler, âşıklar sadırdan yani gönülden okurlar’’ derdi. ‘’Bir aşığı bulduğun zaman, dilin sükût etsin, kalbin söylesin’’ diyordu. ‘’Kardeşlerim Allah bir kişiyi konuşturursa, güzel konuşturur’’derdi. İşte binlerce insanın ibadetine Hakk’a yönelmesine başların secdeye inmesine vesile oluyordu. Adeta verimsiz topraklarda yok olmayı bekleyen tohumları alıp toplayıp gönül bahçesine dikerek onların yetişmesini sağlardı. Daha sonra diktiği filizler kurumasın diye durmadan ağladı, ağladı, ağladı durdu.


    Günahlara düşenler için seherlerde ağladı,
    Günahkârların tövbe etmesini sağladı.

     

    -Kendi dilinden:


    *Muhabbet gülleri açana kadar

    *Baharından yaza geçene kadar

    *Bu can cananını seçene kadar

    *Ben ağlayım, siz ağlayın Hak için

     

    VEFATI

             O bir gönül insanıydı. O talebelerine bir anne bir baba gibi şefkatliydi. O ömrünü hakkın huzurunda boynu bükük, gözü yaşlı geçirdi. Son anında bile Rabbisiyle olan irtibatını en derinden sağlayıp kalpten Allah’a teveccüh ediyordu. Lafzatullah – Allah Esması bütün varlığını kuşatmıştı. Adeta o nurun ziyası o kalbe akıyordu.
            Güneş yeryüzünden aydınlığını yavaş yavaş çekerken oda adeta ayrılığa hazırlanıyordu. RABBİNE DÖN, RABBİNE DÖN ilahi kudretin fermanı onu da yakalamıştı. Rabıta halindeyken aramızdan ayrıldı. Hüzün bulutları İstanbul semalarından binlerce sevenlerin üzerine gözyaşı damlalarını bırakırken,tarih 17 Mart 1994’ü gösteriyordu.


    *Gelişin bahardı, gidişin hüzün.
    *Ah ne acı çekti şu benim gönlüm.


           Yaralı yürekler, masum gönüller adeta gitme, gitme dur efendim deseler de o da adeta


    *İman bahçesinde güller bitirdim

    *Arzu haller yazdım Hakka yetirdim

    *Hayatımı son demine getirdim

    *Size hoş muhabbet bize elveda

    *Hayat güneşini aşırmaktayım        

    *Artık ben sabrımı taşırmaktayım

    *Gazeli yaprağı düşürmekteyim

    *Size hoş muhabbet bize elveda


    *Artık bize yakın ahirete vuslat

    *Huzuru pakine olunur davet

    *Sizleri Allah’a kılam emanet

    *Size hoş muhabbet bize elveda

     

     

    *Bünyamin’em dostlar, dostlar yarenler

    *Allah’ın zikrini kalbe alanlar

    *Evliya piranında karar kılanlar

    *Size hoş muhabbet bize elveda


    Diyerek rabbine öyle gidiyordu Onlar gitseler de sevgileri sinelerde, sancakları ellerde, söz vermiş ahde vefalı muhabbet taliplerinin yüreklerinde. Yolunu, izini davasını dava bilenlerle devam edecektir.

     

    *Hak davası davamızdır efendim

    *Hak sevdası sevdamızdır efendim

    *Seni sevdiren Mevla’mızdır efendim

    *Yakup’un kapında gedanızdır efendim.


  • Ravza’na süreyim yüzüm

    *Aşkın ile yanar özüm

    *Cemalini arzular gözüm

    *Gönlümdesin ya Muhammed
    *Kalbimdesin ya Muhammed

     

    *Bünyamin’em Ravza’ndayım

    *Senin derdin sevdandayım

    *Arı gibi kovandayım

    *Gönlümdesin ya Muhammed
    *Kalbimdesin ya Muhammed

    Diyerek Ravza-i Pakine yüz sürüyordu. Cemaatten kardeşler sorarlar. Efendim niye şimdiye kadar beklediniz? Buyurdular ki kardeşlerim davetsiz geldiğim için huzuru pakine gelmeye hayâ ediyordum. Bu gece rüyamda Resulullah (S.A.V)’ı gördüm. Âlemlerin sultanı ‘’Kardeşim niye öyle uzaklarda duruyorsun, uzak durma gel’’ diye buyurdular. Bende öyle geldim derken Rasulullah (S.A.V) Efendimizin nasıl ziyaret edileceğini bize de öğretmiş oluyordu.
         Herkesin dertlerine ortak olur, yardımına koşar, üzüntülerini paylaşırdı. Bakkaldan veresiye alışveriş yapan bir ihvanı vardı. Maddi imkânları yok denecek kadar azdı. Beyi çalışmıyordu. Akşama kadar kahve köşelerinde ömür tüketiyordu. Adamın borcu birikmişti. Bakkal bir kaç defa haber gönderdi ‘’borcunuzu ödeyin’’ diye. Borcu ödemeye gelen yoktu, zaten ödeyecek durumları da yoktu. Hanımı ekmek almak için bakkala geldiğinde bakkal ‘’borcunuzu ödemeden bundan sonra ekmek alamazsın’’ diyordu. Ağlayarak efendi hazretlerine gelir. ‘’Efendim bakkal ekmek vermedi. Çocuklar ekmek bekliyor, ben şimdi ne yapayım? Deyince efendi hazretleri ‘’üzülme evladım Allah büyüktür, elbet bir kapı açar’’ diyordu Efendi Hazretleri onun ağlamasına dayanamayıp kendi imkânı olmadığı halde bakkala gidiyor, selam veriyor, kardeşim veli beyin kaç lira borcu varsa çıkar, ben vereceğim. Bu borcu defterden sil diyor ve borcu kapatıp geliyordu.

            Efendi Hazretleri kalabalık bir  cemaatle Çavuşbaşı’ndaki ormana sahra sohbetine çıkmışlardı. Bazı cemaatlerden misafir olarak  gelenlerde vardı. Bunlar içerisinde Ispartalı İsmail Efendiler, Mustafa Efendiler, Kelkitli Ali Efendiler ve âşık Salim Baba gibilerde orda bulunuyordu.

           Efendi Hazretleri minderini alıp yere oturdular. Cemaatin de oturması için minderler getirdiler, yerlere kilimler serdiler. O anda hava birden değişmişti. Güneş gitmiş ve etrafı bulutlar kapatmıştı. Sanki yağmur geliyorum der gibi taneler düşmeye başlamıştı. Bu durumda tabii kimse oturmak istemiyordu. Efendi Hazretleri cemaate bakarak ‘’Buyurun oturun bakalım kardeşlerim’’ dedi. Bugün biz onun sahrasına geldik. Burada ki ağaçlarla yapraklarla dallarla Allahü Teâlâ’yı zikir etmek için gelmişiz. Kardeşim gönlünüzü ferah tutun. ‘’İnşallah  Mevla bugün bize izin verecek’’ dedi. Başını gökyüzüne çevirip  bulutlara doğru bakıyordu. Tekrar  başını önüne eğip  huzur âlemine dalıyor ve Allahü telaya gönülden iltica ederek söylemeye  başlıyordu.

          

            *Yazarız arzuhal  Kadir Kayyuma

            *Her türlü halimiz ona maluma

            *Müsaade ederim derse kuluna         

            *Bugün bize müsaadeyi verecek

            *Mevla’m verecek mağbud verecek

     

            *Eğer âşık isek Gani Mevla’ya

            *Merhemi bulunur derde yaraya

            *Sokma Cehaleti bugün araya

            *Mevla’m bugün bize izin verecek

            *Sahra için bize izin verecek

     

         

           *Bugün rahmet gönüllere yağacak

           *Dervişin gönlüne ilham doğacak.

           *Bu çamlarda bizden  nasibini  alacak.

           *Mevla bugün bize sahra için izin verecek

           *İnşallah verecek.

      

           *Aldık gönlümüze Hak Muhammedi

           *Bağladık gönlümüze füyuzat bendi.

           *Pirlerin sırrında bu aşkın fendi

           *Bugün dervişlere sahra var dendi.

           *İnşallah bize izin verecek.

           *Sahra için bize izin verecek

     

           *Açıldı bulutlar doğuyor güneş

           *Baktım şad oluyor hem ihvan kardeş

           *Allah’ın kudreti ilham ile oluyor bu iş

           *İnşallah bugün bize müsaade edecek

           *Mevla’m verecek, Mağbud verecek

                                                          

            *Bünyamin’em üstadıma arzum var

            *Gönülde yazılmış levha yazım var.

            *Dergâha sürülmüş kara yüzüm var.

            *İnşallah sahra için bize izin verecek

            *Mevla’m verecek, Mağbud verecek.

     

    Deyince birden baktık ki bulutlar dağılıp gitmiş, güneş tüm güzelliği ile üzerimize süzülüyordu. Herkesin üzerine bir sekine inmişti. Gönüllerde bir coşku  ve sevinç meydana geldi. İlahiler söylendi, hikmet sözleri konuşuldu, mana kapıları açıldı. Gönüllere feyiz ve rahmet saçıldı. Kimsenin unutamadığı bir sahra sohbeti olmuştu. İkindi namazı kılındı, Hatmi Şerif okundu. Herkes arabasına bindi gidiyordu. Bir anda bulutlar her yanı kaplamıştı. Şiddetli olarak yağmur yağmaya başladı. Efendi Hazretleri buyurdular ki ‘’Kardeşlerim Mevla müsaade etti. Sahramızı yaptık. Hatmi şerifimizi okuduk. Arabalarımıza bindik. Kardeşlerim mülk onundur. Tasarruf onun elindedir. Artık şimdi yağmurun yağma zamanıdır’’ derken bu halleri de bizlere yaşatmış oluyordu.

    *İşte böyle Hak ile dost olanlar

    *İşte böyle Naz EHLİ KUL olanlar.

       

               O üstadın gönlü aşk muhabbet deryasıydı ‘’kardeşlerim nasibimiz ezelidir, ezeldendir. Ve yine kardeşlerim herkese bir pay düştü, bize de âşıklık, ariflik, ehlihal olmak ezelden aldığımız nasibimizdir’’ derdi. Onda aşk tecelli etmiştir. Onun gönlü feyiz doluydu. Gittiği yerlerde Allah’ın muhabbeti tecelli ederdi. Nasıl ki bulutlar sinesinde yağmur taşıdığı gibi oda sinesinde ilham taşıyordu. İlham ile konuşuyor ilham ile söylüyordu. Elimizde kitap haline gelmiş İRTİCALEN-yani gönüle gelen tecelliyat ile söylediği BİR GÖNÜLDEN BİR GÖNÜLE adlı üç cilt halinde yaklaşık 500 tane ebyatı bulunmaktadır. İnsanları önce sohbetle irşat etmeye çalışır. Anlamazlarsa onların hallerini beyitler ile dile getirerek onları manevi bir âleme doğru alıp götürürdü.

     

    ‘’Âlimler satırdan, arifler, âşıklar sadırdan yani gönülden okurlar’’ derdi. ‘’Bir aşığı bulduğun zaman, dilin sükût etsin, kalbin söylesin’’ diyordu. ‘’Kardeşlerim Allah bir kişiyi konuşturursa, güzel konuşturur’’derdi. İşte binlerce insanın ibadetine Hakk’a yönelmesine başların secdeye inmesine vesile oluyordu. Adeta verimsiz topraklarda yok olmayı bekleyen tohumları alıp toplayıp gönül bahçesine dikerek onların yetişmesini sağlardı. Daha sonra diktiği filizler kurumasın diye durmadan ağladı, ağladı, ağladı durdu.


    Günahlara düşenler için seherlerde ağladı,
    Günahkârların tövbe etmesini sağladı.

     

    -Kendi dilinden:


    *Muhabbet gülleri açana kadar

    *Baharından yaza geçene kadar

    *Bu can cananını seçene kadar

    *Ben ağlayım, siz ağlayın Hak için

     

    VEFATI

             O bir gönül insanıydı. O talebelerine bir anne bir baba gibi şefkatliydi. O ömrünü hakkın huzurunda boynu bükük, gözü yaşlı geçirdi. Son anında bile Rabbisiyle olan irtibatını en derinden sağlayıp kalpten Allah’a teveccüh ediyordu. Lafzatullah – Allah Esması bütün varlığını kuşatmıştı. Adeta o nurun ziyası o kalbe akıyordu.
            Güneş yeryüzünden aydınlığını yavaş yavaş çekerken oda adeta ayrılığa hazırlanıyordu. RABBİNE DÖN, RABBİNE DÖN ilahi kudretin fermanı onu da yakalamıştı. Rabıta halindeyken aramızdan ayrıldı. Hüzün bulutları İstanbul semalarından binlerce sevenlerin üzerine gözyaşı damlalarını bırakırken,tarih 17 Mart 1994’ü gösteriyordu.


    *Gelişin bahardı, gidişin hüzün.
    *Ah ne acı çekti şu benim gönlüm.


           Yaralı yürekler, masum gönüller adeta gitme, gitme dur efendim deseler de o da adeta


    *İman bahçesinde güller bitirdim

    *Arzu haller yazdım Hakka yetirdim

    *Hayatımı son demine getirdim

    *Size hoş muhabbet bize elveda

    *Hayat güneşini aşırmaktayım        

    *Artık ben sabrımı taşırmaktayım

    *Gazeli yaprağı düşürmekteyim

    *Size hoş muhabbet bize elveda


    *Artık bize yakın ahirete vuslat

    *Huzuru pakine olunur davet

    *Sizleri Allah’a kılam emanet

    *Size hoş muhabbet bize elveda

     

     

    *Bünyamin’em dostlar, dostlar yarenler

    *Allah’ın zikrini kalbe alanlar

    *Evliya piranında karar kılanlar

    *Size hoş muhabbet bize elveda


    Diyerek rabbine öyle gidiyordu Onlar gitseler de sevgileri sinelerde, sancakları ellerde, söz vermiş ahde vefalı muhabbet taliplerinin yüreklerinde. Yolunu, izini davasını dava bilenlerle devam edecektir.

     

    *Hak davası davamızdır efendim

    *Hak sevdası sevdamızdır efendim

    *Seni sevdiren Mevla’mızdır efendim

    *Yakup’un kapında gedanızdır efendim.

  • Bünyamin Efendinin Hayatı


    BÜNYAMİN YILDIRIM EFENDİNİN DÜNYAYA GELİŞİ

    Bünyamin Yıldırım Efendi Hazretleri rahmetullahi aleyh dünyaya gelişini şöyle anlatır:
       Annemin benden önce dört tane erkek çocuğu dünyaya gelmiş ve ölmüş. Kız çocukları yaşamış ve annem ‘’ Aman Allah’ım, niye benim erkek çocuklarım yaşamıyor’’ der üzülürmüş. ‘’Keşke biri dahi olsa yaşasaydı’’ diyerek acısını sinesinde saklar, bir oğlum olsun diye arzularmış.
        Annem bir gün evden kalkıp yola çıkar. Geniş arazimiz ve verimli tarlamız bir arada bulunduğu ‘’geeler’’ dediğimiz yere varır. Tarlamıza vardığında sınır komşularından birinin tarlasını ekerken iki tarla arasındaki hudut sınırlarını bozarak bizim tarlayı kendi tarlasına kattığını görür.
        Bunun üzerine Fatma anam kızarak adama bağırır ‘’Allah’tan kork be adam. Ne yapıyorsun? Kendi yerin doyurmadı mı? Az mı geldi de bizim tarlayı kendi tarlana katıyorsun?’’ der.
       Adam gayet pişkin bir cevapla: ‘’Ne bağırıyorsun be kadın? Sen araziyi, tarlayı ne yapacaksın? Baksana ocağın sönmüş, zaten ocağını yakacak bir oğlun bile yok. Kızların yarın çıkıp el kapısına gidecek. Bırak da hiç olmazsa tarlanı biz ekip, biçip, yiyelim’’der.
       Bunun üzerine Fatma anam üzülür, ağlar. Kendini yalnız hissetmektedir. Ölen erkek çocuklarının acısını da hatırlayıp, sanki yarasına tuz basılmıştır. Yanında bulunan gözede abdest alarak namazını kılıp, tesbihini çektikten sonra mahzun bir gönül, yaralı bir yürek, yaşlı gözlerle çaresizlerin, gariplerin, mazlumların, sığınağı olan Âlemlerin Rabbi’ne ellerini açarak ‘’Yarabbi! Şu kulun dediklerini sen duyuyorsun. Bana ‘’ocağın sönmüş’’ dedi. Ne olurdu sanki bir oğlan evladı verseydin de ben de bu sözleri duymasaydım’’ der.
       Annem ölen çocuklarını düşünürken gözleri dalar ve bir rüya görmektedir. Rüyasında Hızır Aleyhisselam gelerek eline elma büyüklüğünde nurdan bir top zerre bırakır, gider. Rüyanın heyecanıyla uyanır ve eve gelir, olanları babam Recep Hocaya anlatır. Babam da güzel rüya görmüşsün, Hızır Aleyhisselam darda kalanlara yardım edendir. Allah-u âlem inşallah muradın hâsıl olacaktır diyerek rüyayı yorumlar.
       Toprağın bir bahar edasıyla uyandığı, ağaçların dallarıyla, bitkilerin yapraklarıyla sevinci paylaştığı bir seher vaktinde idi.

    Güneşin şavkı yeryüzüne düşmüştü
    Annesi de rüyasında bir işaret görmüştü
    Sene 1 Nisan 1943 idi
    Uyanık köyünde bir çocuk dünyaya gelmişti
    Kundağına sarıp beşiğine koydular  
    Sevindiler bunu hayra yordular
    Köylülere müjdeli haberi verdiler
    Onun adını da BÜNYAMİN koydular

    HAYATI

    Bünyamin Yıldırım Hoca Efendi rahmetullahi aleyh hazretleri 1943 yılında Sivas ili İmranlı kazası, Uyanık Köyü’nde dünyaya geldi. Babası zamanında çok tanınan ve sevilen Recep Hoca Efendi’dir. Annesi Fatma Hanım`dır. İlk ilim tahsilini köyün imamı olan babası Recep Hoca Efendi’den almıştır. Kuran-ı Kerim, tecvit, fıkıh ve hadis dersleri almış 10 yaşında Kuran-ı Kerim`i hatmederek böylece ilim hayatına başlamıştır.

          Duyduğunu anlıyor, okuduğunu çok çabuk ezberliyordu. Kendi dilinden şöyle diyordu;

    * Dil verdi ağzıma zikredem anı 
    * Cümle nimet yine onun ihsanı
    * Bildim hak mağbudum Gani Subhanı
    * Atamdan ilmihal aldım da geldim

     İçinde bir coşku vardı. Adeta elektriğin kabloda gizlendiği, akımı taşıdığı gibi onunda kalbine ilhamlar gelmeye başlamıştı. Bu coşkusunu ilkokula giderken şiirle ortaya koymuştur.

    O zaman Sovyetler birliği devlet başkanı Stalin ölünce;
    * Şimdi Stalin öldü
    * Müjde haber Türklere
    * Sevinçli bir haber oldu
    * Türk denen yiğitlere

     Diyerek çevresindeki kişiler tarafından hayretle karşılanmıştır. Onu tanıyanlar ( yahu bu çocuk da bir başka yetenek var ) diyorlardı. 
    Bünyamin Yıldırım Efendi Hazretleri RASULULLAH S.A.V Efendimizin sünnet-i seniyyesine uyarak 15 yaşında sakalını bırakmıştı. O takva yaşıyordu. Haramlar konusunda çok hassastı, öküzleri otlatmaya giderken kimsenin ekinine, otuna uzanmasınlar diye öküzlerin ağzına sepet vurarak öyle götürür getirirdi.
    Tarlada namaz kılarken öküzler başkasının tarlasına gitmesin diye onları bağlar öyle namaz kılardı.

           Bir gün hiç ekilmeyen tarlaları için dua etmiş boy boy başak verdiğinde babası bile hayret etmiştir. Verimsiz, ekin bitmez dedikleri tarlayı kendi eliyle sürüp ekince, çok mahsul veren tarla haline gelmiştir. Bu ve benzeri birçok hal ondan tecelli etmeye başlayınca önceleri hafız diye çağıranlar şimdi de şeyh Bünyamin Efendi  lakabını takmışlardır. Oğlunun üzerine titreyen babası Recep Hoca Efendi ondaki bu halleri görünce ‘’bizim çocuk beni de geçti’’demiştir. Zahiri ilimlerini ben öğrettim. Tasavvufi ilimlerini de alsın, yetişsin diyerek elinden tutarak âleme güneş gibi nurunu saçan, Hızır Aleyhisselam ile görüşen kutbul cihan Gavs’ül-âzam olan Sivaslı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak rahmetullahi aleyh hazretlerinin huzuruna alıp götürürler. Bünyamin Efendi K.S hazretlerinin yaşı henüz 16’dır. Yıldırımla Toprak birleşmişti. Yolu ezelden nasibi olan mürşidine düşmüştür. O anda sanki ırmak deryaya kavuşmuş gibiydi. Sene 1959’du.

    *Bir nazarla bakmıştı üstadı.
    *O anda hâsıl olmuştu muradı.
    *Yüreğinde bir sel çağlıyordu.
    *Bir hal olmuştu gözleri ağlıyordu.
    *Bulmuştu manadaki deryayı.
    *Bende zikredeyim diyordu Mevla’yı.

    TASAVVUF İLMİ

           İsmail Hakkı Toprak rahmetullahi aleyh hazretleri zikir dersi verdiği kişilere lafza-i celal’i günde bin defa (Allah-Allah) diye tekrar edersin derken 
    Bünyamin Yıldırım Efendi Hazretlerine ‘’Kardeşim sen beş bin defa Allah Allah de’’ buyurmuştur. Bu duruma şahit olan babası Recep Hoca Efendi beni binden başlattı. Daha 16 yaşında olan oğlum Bünyamin’i beşbinden başlattı diye düşünürken herhalde Efendinin bir bildiği vardır. Bunun mutlaka bir hikmeti olsa gerek demiştir. Bir dost bir dosta nazar edip bakmakta, ateş düştü bak gönlünü yakmakta. O anda bir murakabeye dalmıştı. Sanki her şey yok olmuş yalnız şeyhi ihramcı zade birde kalbi aşk ile çırpınan Bünyamin Efendi Hazretleri kalmıştı.

     *Olan olmuştu o anda işte
    *Bağlamıştı gönlünü zatı mürşide
    - Kendi dilinden:
    *Bünyamin’em öz toprağa öz verdim
    *Ta ezelden ikrar verdim söz verdim
    *Eşiğine sürdüm kara yüz verdim
    *Gönlümün sultanı İhramcızâde

     EVLİLİĞİ VE İSTANBULA GELİŞİ

      On sekiz yaşında Nazife hanımla evlendiler. Bu evliliklerinden ikisi erkek dördü kız olmak üzere altı tane çocukları dünyaya geldi. Halen çocukları hayattadır.  Şeyhine çok bağlıydı. ‘’Onun bir nazarı bizi aşk çöllerine saldı’’ diyordu. On sene şeyhi ihramcı zade hazretleriyle beraber olmuştu. 1969`da şeyhi İsmail Hakkı Toprak (Kuddise Sirruhu) Efendi Hazretlerinin vefatından sonra manevi bir işaretle 1974 yılında evliyalar ve çileler şehri olan İstanbul’a göç ettiler. Ataşehir Esatpaşa Mahallesi’ne gelerek oraya yerleştiler. Mütevazı bir evi vardı. Orada hizmetlerini yapıyordu. Kısa  zamanda sohbet halkaları oluşturdu. Sohbet ettiği insanlar, ibadetten uzak namaz kılmıyor, günahlara düşmüş, ömrünü gafletle geçiren kimselerdi. Harabelerde perişan ve bekleşen biçarelerin ellerinden tutarak onları İslam’ın güzelliğiyle tanıştırmıştır. Onları Hz. Kuran ve sünnet yoluna kazandırmıştır. İstanbul Küçükbakkalköy’de oturan İbrahim Efendi Hazretlerinin sohbetlerinde bulunmuştur. Kendisi ‘’İbrahim Efendiden çok istifade ettiğini’’söylerdi. Onun için ‘’ehlikamil, ehlihal ve keramet sahibi bir zat idi’’ derdi. İbrahim Efendi de, Bünyamin Efendi Hazretleri için ‘’kardeşim günümüzün Yunus’u sensin’’ buyurmuşlardır.

          Bir gün Efendi Hazretleri, ‘’Kardeşlerim! Bana şu mahallede bir sarhoş var deseler, eğer onun tövbe edip Allah’a döneceğini bilseydim, ben koşa koşa gider onu sırtıma alır, aylarca taşırdım’’ buyurdular. Emribil maruf için Anadolu’nun birçok iline seferlere çıkardı. Hak aşkına susayan gönülleri muhabbet suyuyla sulayarak gece gündüz sohbet ederdi. Çok edepliydi. İki diz üzerinde otururlardı. ‘’ADAP HOŞTUR, ADAP HOŞTUR, ADABI OLMAYAN BOŞTUR’’ derdi.

    -Kendi dilinden;
    *Gitsem bile ilden ile
    *Düşsem bile dilden dile
    *Mecnun gibi düşsem çöle
    *İstediğim Hak’tır benim

    SOHBET VE GÜZEL HASLETLERİ

           Bir gün 
    Bünyamin Yıldırım Efendi Hazretleri ‘’oğlum Yakup bize deseler ki, sana dünyanın cumhurbaşkanlığını verelim de, sen de şu maneviyatını, hizmetini, sohbetini, yolunu bırak gel’’ gel deseler oğlum biz yine bu maneviyatımızı bırakmayız. ‘’Onun için oğlum, sakın maneviyatını ihmal etme, vazifeni yap, derslerini aksatma. Bu bizim ezel nasibimizdir’’ buyurdular.
          
    Bünyamin Yıldırım Efendi Hazretleri çok az uyur, gereksiz konuşmaz, konuşunca hikmet konuşur, evinde geleni gideni hiç eksik olmazdı. Gece saat 2 de insanlar gelir, kapısını çalar, sohbet isterlerdi. O çok alçak gönüllüydü. Herkesi hoş görür, tevazu sahibiydi. Cebinde devamlı olarak şeker bulundurur, herkese şeker dağıtırdı. Öyle zaman olurdu ki bazen gelen misafirlerinin ayakkabılarını bizzat kendisi çevirirdi. Efendi Hazretleri etrafında çok sevilen bir zattı. Farzları itina ile yerine getirir, sünnetler konusunda çok titiz davranırdı. Nafile ibadetlerini hiç aksatmazdı. Hatta nafile namazlarını farz namazları gibi önemserdi. Nafile kılarken sünnetleri hiç terk etmezdi. İbadetleri ihlâs ile yapmamızı söyler, ihlâssız ibadetin makbul olmadığını bildirirdi. Gece teheccüd namazı,  işrak, istihare, duha, evvabin, ihram namazlarını devamlı kılar, hiç aksatmazlardı. Üç aylar başlayınca keffaret orucu tutardı. Bizlere de tutmamızı tavsiye ederdi
          Abdestsiz yatmaz, abdestsiz yemek yemez, bir şey içmez ve abdestsiz toprağa basmazdı. Devamlı abdestli bulunurlardı. ‘’HUZUR İLE YENEN TAAM NUR OLUR, ONDAN DA HİKMET DOĞAR MUHABBET OLUR’’ buyururlardı. Hatta Efendi Hazretlerinin yakından tanıdığı bir cenaze evine taziyeye gitmişti. Hane sahibinin oğlundan biri kahvehane işletiyordu. Çay ikram ettiler. Efendi Hazretleri almıyordu. Ev sahibi çok ısrar edince ‘’içmesem gönlü kırılacak’’ diye içmek zorunda kalıyordu. Bir iki yudum alınca midesi kabul etmiyor, hemen gidip istifar ediyordu. İşte Bünyamin Efendİ Hazretleri İslam’ı yaşamakta bu kadar titiz ve sünnete uymakta bu kadar hassastı. O Allah aşığı Rasulullah sevdalısı bir zattı.
    -Kendi dilinden:

    *Seherlerde selamım var.
    *Maşuk ile kelamım var.
    *Benim Hak’tan ilhamım var.
    *Ben bülbülü Şeyda’yım ben.
    *Ben aşığı Mevla’yım ben.

    *Bin bir esma dilimiz var.
    *Aşktan Nur kandilimiz var.
    *Coşkun akan selimiz var.
    *Ben bülbülü Şeyda’yım ben
    *Ben aşığı Mevla’yım ben.

    *Anlamaz gafil kullar
    *Sırrımızda bin bir haller
    *Her zerreden çıkar yollar.
    *Ben bülbülü Şeyda’yım ben.
    *Ben aşığı Mevla’yım ben.
    *Bünyamin’em âşıklara

    *Deryadaki balıklara
    *Konuşuruz varlıklara
    *Ben bülbülü Şeyda’yım ben
    *Ben aşığı Mevla’yım ben

    Diyen Efendi Hazretleri’nin:


    Yüreğinde Allah aşkı doluydu.
    Onun yolu âşık ve sadıkların yoluydu.
    O Mevla’nın bak seçilmiş bir kuluydu.
    Sorarsanız işte Bünyamin Efendi buydu.
    Çocukluktan düşmüş bak Rasul’ün izine.
    Hikmet koymuş bak yaradan onun özüne.
    Dünya bir sinek kadar görünmezdi gözüne.
    Duyarsanız işte Bünyamin Efendi buydu..       

    Birçok hayırlı işlerde bulunmuştur. Camii ve minarelerin yapılmasında, imamhatip okullarının açılmasında maddi ve manevi katkılar sağlamıştır.